24 Ağustos 2015 Pazartesi

Zayıflığın Tiranlığı – Alfredo M. Bonanno



Bugün heryerde zayıflıkla karşı karşıyayız. Zayıfız ya da sanki farklı görünme korkusuyla hareket ediyoruz.

Kendinden emin olmak ya da kendi veya diğerleri veya bir şeyler hakkında bilgi sahibi olmak artık moda değil. Bunlar artık modası geçmiş görünmekte ve adeta kötü bir tat vermektedir. Bir şeyleri düzgün yapmak için artık herhangi bir çaba sarf etmiyoruz ve bununla yapmayı tercih ettiğimiz şeyleri ne pahasına olursa olsun yapmaya inandığımızı kastediyorum. Bunları mantığın kendisine karşı, berbat, yüzeysel ve detaylara önem vermeden yapıyoruz. Tabii ki, tam olarak bu zayıflıkla övünmüyoruz, ancak onun arkasına saklanacak bir çeşit perde olarak kullanıyoruz.

Böylece bizler bu yeni, hızlı yayılan efsanenin köleleri haline gelmiş olduk. Burada yapmak istediğimiz ‘güç’ hakkında konuşmak değil—ki ‘güç’ de hiçbir zaman bir çeşit gizli zayıflıktan başka bir şey olmamıştır—aksine bu duruma açıklık getirmektir. Bu, yaşamak ve düşmanlarımıza saldırmak için kazanmamız gereken değerlerin ayaklar altına alınması ve araçların tahrif edilmesi meselesidir. Bugün hüküm süren model, kaybedenin mücadeleden vazgeçmesi, bırakması ya da en basitinden hız kesmesidir. İktidar yapısının bu eğilimin devam etmesini görmekteki çıkarı büyüktür. Artık çok zor düşünüyoruz ve çeşitli bilgi kanalları tarafından yayılan mesajlara pasif ve yetersiz bir şekilde boyun eğiyoruz ve konuşmalarımız bu yönde oluyor. Tepki vermiyoruz.

Aptallar ile pul koleksiyoncuları arasında bir yerde bir kişilik inşaa ediyoruz. Çok az anlıyoruz, ancak çok şey biliyoruz: ayrılıklara yol açan lüzumsuz bir sürü şey, cep ansiklopedisi bilgisi.

Aptal, cahil ve kaybedenler olmaya hakkımız olduğuna ikna edilmişiz.

Etkiyi düşmana geri çevirmiştik, bunu iktidar mantığına ait bir modelmiş gibi düşünerek. Ve bu doğruydu, bir zamanlar kaçınılmazdı. Sınıf düşmanına zarar vermek söz konusu olduğunda, işe gitmemek ve işe karşı olmak doğruydu. Ama şimdi bu duruşu kendi içimize yansıttık ve bu rövanşı kazanan düşmanımız oldu. Kendimiz ve gerçekten istediğimiz şeyler söz konusu olduğunda bile pes ettik.

Ve böylece, pek işe yaramayan ve açıkgözlülükten yoksun modeller olan oryantal felsefe, alternatif ürünler ve farklı düşünme biçimlerinin kelebek yakalayıcılarına döndük. Dişlerimizin dökülmesini beklemek yerine, onları tek tek çektik. Şimdi mutluyuz ve dişsiziz.

İktidarın laboratuvarları bizim için yeni bir vazgeçiş modeli programlıyor. Sadece bizim için, elbette. Kazanan azınlık ‘içeridekiler’ için, model halen agresifliktir ve fetihtir. Artık, bir zamanlar ayaklanmalarda ve kontrol edilemez isyanlarda patlayan kana susamış, öfkeli barbarlar değiliz. Bizler, bıkkın ve züppe, eyleme inancı olmayan, hiçbir şeyin filozofları haline geldik. Dilimizi ve beyinlerimizi daralttıklarının dahi farkına varamadık. Artık diğerleriyle iletişim kurmak için önemli olan yazmakta bile zorlanıyoruz. Artık konuşamıyoruz. Bizler iletişimi görünür bir şekilde kolaylaştıran, ama gerçekte onu alçaltan ve iğdiş eden televizyon, spor ve kışla tarzı gazetecilikten gelen bayağılıklardan oluşan bodur bir jargonla kendimizi tanımlıyoruz.

Ama daha kötüsü, artık herhangi bir şey yapmak için bile çaba sarfetmemiz çok zor. Kendimizi adamıyoruz. Bir kaç zaman sınırı, yapılacak bir kaç şey, ama okumak yok. Bir toplantı, orda burda bir eylemle yere serilir ve bitkin düşeriz. Diğer taraftan saatlerimizi, içerikten yoksun müziklerle (hiçbir şey anlamadan), anlamadığımız dillerdeki şarkılarla ve fabrikayı, yarış arabalarını veya motorsikletleri andıran gürültülerle harcarız. Hatta doğa konusunda derin düşüncelere dalarak (ondan kalan şeyler hakkında) kendimizi kaybettiğimizde bile gerçekten yürüyüşe bile çıkmıyoruzdur. Kapitalizmin ekolojik ve natüralist modeller (yeni alternatif versiyonunda, elbette, ondan önce gidenden bile daha kötü) gibi bayağılıklarla karşımıza çıkmasını kabul ediyoruz. Ancak sırf derin düşünme değil, sorumluluk ve güç, saldırganlık ve mücadele gerektiren doğayla gerçek bir ilişki konusunda herhangi bir deneyime sahip değiliz.

Ve bana toleranslı bir davranışı geliştirmemiz gerektiğine karşı olarak saldırgan kapitalist davranışlar hakkında bir şeyler söylemeyin. Kapitalizmin veya Paris-Dakar rekabetindeki iştirakçilerin saldırganlığının ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorum. Ben bundan bahsetmiyorum. Aslında ben sadece saldırganlıktan da bahsetmiyorum. Kelimeler bizi aldatabilir. Gemiden alevler yükselirken birilerinin zamanlarını aylaklık ederek harcamadan eylemlerini gerçekleştirmeleri gerektiğinden bahsediyorum.

Geniş kapsamlı değişimlerin gerçekleştiği konusunda ikna edildik veya edilmedik. Kapitalizm ve iktidar, on yıllardır iyiliğimiz için mevcut yaşamlarımızın keyfini kaçıracak olan bir dönüşüm geçiriyor. Şayet bu konuda derinlemesine ikna olmadıysak, o zaman gramer ve dille aramıza makul bir mesafe koyarak, hayallerimizin kelebeklerini, budizmin efsanelerini, tedavileri, Zen felsefesini, kaçış edebiyatını, sporu, zevk aldığımız herşeyi kovalamaya devam edebiliriz.

Ama şayet ilk varsayıma ikna olduysak, özellikle kendi zincirlerimizi görme olasılığından bile bizi yoksun bırakan kültürel bir köleliğe indirgemeye meyilli bir proje olduğuna dair ikna olduysak, o halde mücadeleyi bırakmaya veya terketmeye tolerans ve eğilim göstermelere artık katlanamayız. Ve burada bahsettiğimiz şey, devrimci yükümlülüklerini çoktan geride bırakmış ve şimdi yeşiller, portakallar, Budistler ve benzeri topluluklar arasında epeyce sakin bir şekilde otlayan yoldaşlar için gereklidir. Ayrıca burada kendilerini halen devrimci olarak tanımlayan ancak günden güne fiziksel ve zihinsel kirlenme trajedisini yaşayanlara gönderme yapıyoruz.

Bu basit bir eylem çağrısı değildir. Mezarlıklar bu tarz çağrılarla dolu. Bizler sermayenin laboratuvarlarında çalışılan ve şimdi kusursuz bir şekilde işleyen bir projeden bahsediyoruz. Bu projenin amacı bizim mücadele kapasitemizi azar azar ve acıtmadan etkisiz hale getirmektir. Bu proje sermayenin derinlemesine yeniden yapılanmasıyla el ele yürüyor. Bizimkisi bir gönüllülük çağrısı, veya isterseniz, çölde bir çığlık değildir. Bu, kısıtlı ve benzer olsa da, çevremizdeki dünyada gerçekleşen derin değişikliklerin anlaşılmasına küçük bir katkıdır.

Alfredo Maria Bonanno

Orijinal başlık: La tirannia della debolezza, ‘ProvocAzione’ no.11, Şubat 1988, s.5

Çeviri, Alıntı: Sosyal Savaş

Kaynak: Pantagruel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder