Kütüphane etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kütüphane etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2016 Pazartesi

İllegalite Üzerine Düşünceler - Alfredo M. Bonanno


Yıkıcı hareket tarzında gizliliğin işlevi, bu yüzden Devletin kusursuz kontrol hedefiyle aktardığı değerleri ve dili içselleştirmekten kaçınarak bu katılımı reddedebilmektir.

Kurumlar ve medya tarafından çarpıtılmış veya susturulmuş bilginin açıkça yayılması “illegaldir”. Kati bir yasaya (“Devlet sırrı” tarafından korunan bilgi durumu haricinde) ters düşmez, ancak Devlet’in sosyal kontrolünün ve yasayı zorlama yöntemine ters düşer.

Bu nedenle, sanki Devletin baskıcı organizmalarının kati bir yasayı çiğneyen bir hareket tarzına benzer ölçüye dikkatini çeken geniş çaplı bir faaliyet var olur.

Belli anlarda bilginin dolaşımı birçok eylemin, en azından (çok olmasa da) yasa tarafından suç olarak tanımlandığı gibi, Devlet kontrol projelerine çok zarar verici olabilir.

Bundan şu çıkarılır ki; illegalitenin formel çizgisi ile “gerçek” olan arasındaki farklılık iktidarın baskıcı projelerine göre değişkenlik gösterir. Böylelikle Devlet ve sermaye hem ulusal hem de uluslararası olarak kati yasalara (verilen olgulardaki yasa fiiliyatı) çok fazla başvuru yapmayarak ancak belirli anlarda sadece böylesi fiili bir baskıya dönüşen girift kontrol ve ikna pratiğiyle illegalitenin sabitlenmiş sınırlarını -ya da bir legallik sınırını tercih ederseniz- belirlemektedir.

Siyaset/legalite ilişkisi

Temelde, tüm politik eleştiri legalitenin koşulları içindedir. Aslında, bu, sermayenin çelişkilerinin ve Devletin aşırı katı yönlerinin belirlemiş olduğu ertelemelerin ve kusurların üstesinden gelmesine izin vererek kurumsal bünyeyi kuvvetlendirmektedir.

Ancak hiçbir politik eleştiri Devletin ve sermayenin mutlak olumsuzlamasına ulaşacak kadar ileri gidemez. Eğer öyle olsaydı —anarşist eleştiriyle birlikte olduğu gibi— bu sosyal bir eleştiri meselesi olurdu, bu nedenle kurumsal bünyeye yapıcı bir katkı olarak değerlendirilemez ve sonuç olarak -aslında-“illegal” olurdu.

Politik ve ekonomik güçler arasında mükemmel bir dengenin sosyal, hatta radikal, anarşist bir eleştirinin kolaylaştığı ve eleştirinin yeniden canlandırıldığı, sosyal ve politik şartları ortaya çıkabilir. Ancak bu ciddi anlamda “illegal” eleştiri içeriğini tahrif etmez.

Diğer taraftan, bütünüyle yasanın dışına düşen bir hareket tarzı bile belirli politik şartlar ışığında başka türlü değerlendirilebilir. Örneğin, savaşçı bir partinin silahlı mücadelesi şüphesiz illegal bir hareket tarzıdır, ancak belirli bir anda Devlet ve sermayenin yeniden yapılanması ve iyileşmesi projesi için işlevsel hale gelebilir, savaşan parti ve Devlet arasında nihai bir anlaşma imkânsız değildir (ikincisi kapitalizmin imtiyazlarının garantörlerinin kisvesinde).

Savaşan bir partinin kendisini, biçimde farklı, içerikte aynı olan iktidar yapısını istikrarı bozan iktidarın mantığında inşa etmeye adadığını görmek çok da saçma değildir. Bu tür bir projenin, askeri çatışmanın daha fazla devam edemeyeceği çünkü orta vadede bir çıkış olmadığı için anlaşmak zorunda kalacakları eninde sonunda anlaşılacaktır.

1970’lerde İtalya’daki hareket içerisinde tartışılan genel af, bu olası anlaşmalardan biridir. Diğer biçimler sosyal demokrasi tarafından gerçekleştirilen iyileştirmelerin ışığında tasavvur edilebilir. Dün eski iktidar yapısını ele geçirip bütünüyle yönetebileceklerine ikna olanlar için tek olası çözüm olarak görülen şey askeri yenilginin sonucu olarak birlikte yaşamaktır.

Gördüğünüz gibi, basit anarşist eleştiri —radikal ve kesin— her zaman “illegaldir”, savaşan partilerin silahlı mücadelesinin bazen “illegalitenin” alanına girebilse bile. Bu bir kez daha “bocalayan” legalite kavramını ve Devlet’in bunu kontrol koşullarına uydurma niyetini ispat etmektedir.

Kontrolün icrası

Baskı araçları, böylesi bir baskıyla doğrudan bağlantılı en asgari kısımdadır. Birçoğu önleyici kontrol araçları olarak işlev görür. Bu, sonuç olarak tüm potansiyel illegalite biçimleri ve tüm farklı hareket tarzları üzerinde —bir dizi önlem yoluyla— bir etkiye sahiptir. Potansiyel illegalite, olası bir çıkışı hesaplamak için sansürün uzağı görebilmesine izin vererek bugün yasa içindedir. Aynısı, bugün öğrenme veya merakın olası bir objesi ama gelecekte sosyal alt üst oluşun gerçek tehlike nedenleri olan “farklı” , “sapkın” bir davranışı (konsensüs üretenlerin dayattığından uzak bir hareket) tercih eder.

Bugün, kontrolün icra edilmesi verinin toplanmasına dayanmaktadır: davranış, sapıklık, lezzet, ideoloji, eylemler vs. Olası en büyük veri miktarı ve nisbi ayrıntısı kapsamlı bir kontrol projesinin köklerinde bulunur. Bu unsurlar olmadan son söylenilen olmayabilir, çerçevesi çizilmiş olabilir ve kontrolün daha geniş, katılımcı perspektifinde çok fazla güvenilir olmayabilir.

Gizlilik uzamı

Bazılarının düşüncesinin -bunun anlamsız olduğunu iddia edenler- aksine, ben gizliliği, devrimci eylemin zaruri unsurlarından biri olarak görüyorum..

Fakat bu kavram incelenmelidir.

Öncelikle birilerinin gizli eylem neticesindeki gizlilik üzerine düşündüğü fikir incelenmelidir.

Gizlilik, ayrıca orta ölçekli mücadeleye yöneltilmiş karşı bilgi faaliyetinde vazgeçilmezdir. Esasen orta ölçekli bir mücadele, örneğin, bir fabrika işgali, anarşistlerin “gerçek” hedefi değildir, fabrika işgali gelişebilecek sonuçların ardından gelir. Bu sonuçlar karşı bilgi çalışmasında öngörülemez ve dar anlamda orta ölçekli bir eylemin parçası değildir. Fakat öncelikli, acil bir ihtiyacı karşılaması için ancak mücadeleye katılanlar tarafından sadece zorlukla kavranabilen ardışık bir aşamaya aittir.

İkincisi, baskıcı güçlerin mücadelemizin her cephesinden—karşı bilgi aşamasından ardışık olana— haber alacağını hafife alsak bile, düşmana olabildiğince az bilgi vermenin metodunu kabul etmemek için neden yoktur. Bir şeyleri günün ortasında yapmak, polisin kullanması için her şeyin açıklamasını sağlayacağımız anlamına gelmez. Mesela, aynı anda farklı yerlerde birçok eylemin yapıldığı bir durum üzerinde düşünün. İletişim safhasına (broşürler, afişler, gazeteler, vs.) özen göstererek, polisin bu eylemler arasında herhangi bir ilişki olduğunu keşfetmesini zorlaştırabiliriz. Bu baskılayıcı eylemi geciktirmek için basit bir tedbir meselesidir.

Birinin kendisine dikkat ve öngörü eğitimi vermesi, bu yüzden, hangi eylemi gerçekleştirmeye niyetleri olursa olsun her devrimci için esastır. Eğer bunu bir an durup düşünürsek, yalın biçimde bir broşür yazdığımızda bile, baskı durumundan kaçınmak için kullanılması gereken koruyucu teknikleri kolaylıkla hesaplayabiliriz.

Diğer taraftan, bu tekniklerin bilgisi, daha sonrasında pişmanlık duyulabilecek riskin basit bir kalem veya fikir hatası değil hesaplanmış bir risk haline gelmesinin önemli olduğunu göz önünde tuttuğumuz uygun zamanlarda hor görme veya suçlama araçlarını kullanmamızı sağlar.

Görebileceğimiz gibi, gizliliğin uzamı geniştir ve gizlilik alanının ötesine geçer.

Anarşist hareket ve gizlilik problemi

Anarşist hareketin doğası gereği gizli bir hareket olmadığını söylemek anlamsızdır. Toplumun radikal dönüşümü için unsurlar açısından zengin ve karmaşık devrimci bir hareketin, herkesin kendi fikri üzerinde düşünmek için şansa sahip olması için gün ışığında farkına varılan bir müdahaleden başka bir şey olduğunun düşünülmesi zor değildir.

Anarşist hareketin arada sırada gizliliğe döndüğü gerçeği, özellikle belirli bir ülkede değiştirilmiş tarihsel ve politik şartlara bağlıdır.

Ancak bu anarşist hareketi önceden tedbir alan politik ve devrimci faaliyetini geliştirmesinden alıkoyamaz. Bu ayrıca sosyal mücadelelere katılım ve propagandayı hedeflemeyen daha fazla spesifik faaliyeti geliştirir, fakat açıkça ilkiyle çelişmeyen farklı hedeflere sahip olarak. Evvela, mücadele için gerekli araçları bulma problemi. İkincisi, sömürü ilişkilerine aktif bir şekilde katılan hedef ve kişilere saldırılar ve benzeri.

Bu tür bir faaliyetin geri kalanından “farklı” veya “ayrı” olduğu düşünülemez. Bu yönleriyle ilgili olduğu kadar söz konusu görünen gizlilik ihtiyacı, gizliliğin olanaksız olduğuna inananların bütün bu faaliyetin terk edilmek zorunda olduğu sonucuna ulaşmalarına, bu yüzden herşeyi araçların acı bir derecede yetersizliğine ve basit ilke bildirimlerine indirgemeye devam eden bir potansiyele kurban edilmesine neden olur.

Teknoloji ve gizlilik

Düşmanın üstüne titrediği kuvvetli teknolojik araçlar gizliliği gerçekten imkansız mı kılar?

Bu soru, fantastik ve abartılı bir bakış açısına ve teknolojinin olası kullanımına yönelik bilgi eksikliğinden dolayı geçtiğimiz birkaç yılda yaratılmış zihin bulanıklıklarına yöneltilmektedir.

Herşeyde olduğu gibi, birkaç yılda bir zamanlar tutkulu bilim kurgu okuyucuları olan birçok yoldaşı büyülemiş bilgisayarları, otomatik dinleme merkezleri, lazer ve radarlarıyla vs. teknoloji hakkında kimsenin en küçük bir fikri bile yok. Böyle bir okumada ulaştıkları keyife, çoğu kez gerekli temel bir hazırlık olmadan bugünün en büyük teknoloji olanaklarının daha az veya daha fazla uzman gazete söylentilerini (çoğu zaman “skandal”) okuyarak ulaşılabilir.

Bugünün teknik buluşlarının iktidarın eğilimi olduğu baskıcı potansiyeli hafife almaya çalışmıyoruz. Sadece bazı şeylerin tedbirle söylenmesi gerektiğini anlatmak istiyoruz. Yoksa insanların baltalayıcı enerjisini ve tabutunuzun çivisini çakmanıza katkıda bulunmalarını önlemekten başka bir sebepten değil.

Bütünsel kontrol, iktidarın büyük Leviathan çağından bu yana devraldığı bir hayaldir. Aslında bu imkansızdır. Temel engel kontrol mekanizmalarına ilişkin teknik yeterliliğin, yeteri kadar olmaması ve hatta bunun işlemesini sağlama görevine sahip olanların kısıtlı olmaları değildir. Genişlemeye çalışan kontrolün sınırı, her kim kontrol ediliyorsa onun beynine nüfuz etmek zorundadır. Öyleyse gerçek kontrolcü polis, hakim veya gardiyan değil, kendisini kontrol eden kişinin kendisidir.

Kontrolün özgürlüğe karşı direnişi inşa ederek, yıkıcı mücadeleye ve özgür düşünceye engeller koyarak kontrol ettikleri kişinin kültürüne girmeyi planladığını her kim olursa farkına varır. Bir kere gerçekleştirildiğinde, bu kendi eylemlerini ve düşüncelerini tenkit eden kontrol altına alınmış kişi olacaktır. Son olarak, üçüncü bir aşamada kontrol altına alınmış kişi, biriken veri için teknolojik merkezlerin ve bilginin detaylandırılmasına katkıda bulunarak genişleyen kontrollü mükemmelleştirmeyle meşgul olacaktır.

Maksimum seviyedeki kontrolü tasavvur edilebilir kılan bu katılım, sadece ilk iki seviyenin içselleştirilmiş olduğunda (bize bir düşünme biçimi şeklinde nüfuz eden kontrol ve düşman olarak görünen kontrol) mümkün olacaktır. Üçüncü seviye, sermaye için mevcut ve geleceğin kapitalist birikiminin temelini teşkil eden bilginin zenginleştirilmesine halen devam eden katkı ne kadar çok olursa olsun “makinenin” işleyişine katılmak olarak görülmemelidir.

Böyle bir perspektifte, kültürel entegrasyonun yayılma süreçlerinden korunan veya kontrolün erimlerinden çıkarılan bir bölüm açıkça her araçla savunulmak zorundadır. Hatta gizliliğe dayanan dikkat dağıtan tekniklere başvurarak savunulmak zorundadır.

Bu gibi tekniklerin olası olduğunu inkar edenler öyle yaparlar çünkü onlar bu teknikleri geçen günlerin entrikaları ve romantik saçmalıkları olarak görüyorlar. Ama öyle değildir.

Elbette, herhangi bir iletişimin birkaç hattan fazlasının herhangi bir bilgisayar tarafından kolaylıkla deşifre edilebildiği basit bir nedenden dolayı sadece Bakunin ve Malatesta’nın kullandığı türden olmayan şifreli bir kodla gönderilen mesajlara güvenmek saçma olurdu. Ancak Bakunin ve Malatesta’nın kodları (birkaç kelimelik mesajlar) bile halen geçerlidir ve herhangi bir bilgisayar tarafından deşifre edilemez çünkü çeşitli karakterleri oluşturması için gerekli sıklığa sahip değildirler.

Burada kodlanmış mesajlar meselesini tartışmıyorum, belirli bir zamanda bir devrimcinin düşmanın kendilerini bilmelerini istemedikleri bir iletişim biçimini gerçekleştirmeye zorlanabileceklerini kimsenin aklından çıkarmaması gerektiğini söylüyorum. Böyle bir şeyin – şayet mesaj kısa ise- mümkün olduğunu ve dünyada en basit kodları bile kırabilen bir teknolojinin olmadığını da bilmek demektir.

Baskıya neden yol açalım?

Gizliliğin imkansız olduğu fikrinde olanlar tüm anarşist ve devrimci eylemin maksimum derecede halka duyurulması gerektiğini iddia ederler. Misal, onlara göre tüm anarşist örgütlere üye olanların listelerinin halka duyurulmasında bir tuhaflık olmayacaktır (FAI ile başlarsak, [İtalya Anarşist Federasyonu]: bu yoldaşlar kesin olarak o örgütün üyelerinin isimlerini yayınlamaktadırlar).

Tümüyle soyut bir seviyede bunda tuhaf bir şey yoktur. Ancak pratikte böyle bir fikre karşı birçok itiraz baş gösterir. Birincisi, baskıya neden açık kapı bırakalım? İkincisi, eğer anarşistler belirli baskıcı bir perspektif içerisinde tolere ediliyorlarsa, yarın bu daha kötüye dönüşebilecektir ve o zaman polisin mevcutta görevlerini kolaylaştıran iyi hazırlanmış listeleri elinde olacaktır. Polislik mesleklerinde neden onlara yardımcı olalım? Elbette ki, birçok yoldaşın ismi önceden biliniyordu, ama bir çoğu bilinmiyor ve polis onları bulmak için elinden geleni yapmaktadır. Bazı masum ruhlar kendilerine gün ışığında meydana gelen hareketin çalışmalarına, polis niye musallat olsun diye soracaklardır. Biriken veri; bugün, yarının baskısı için kullanışlı olacaktır.

Gizliliğin işlevi

Kontrolün sadece baskılayıcı bir gerçek olmadığında ve ayrıca çoğu kez katılımcı olduğunda, gizlilik problemini başka türlü değerlendirmek mümkündür.

Temelde “katılımımız” kesinlikle gerçek kontrolü onaylamakla sonuçlanabilir. Eğer işbirliği yapmayı reddedersek, eğer üretimin teknolojik yönetiminin, dolayısıyla iktidarın dışında bırakılacak olanların özel kullanımı için dil gibi araçlarla getto kültürünün yaratımını engellersek, o zaman gerçek kontrol mümkün olmayacaktır.

Devletin, kontrolden yoksun olan en az bir alan olduğu izlenimini vermek için sözüm ona “uygulanmayan kontrolünün” yani başvurmadığı kapasitesinin -aynı zamanda önleyici- hangi kenarları tuttuğu dikkate alınırsa bu çok büyük bir problem değildir. Özet olarak, bu alan var olabilir veya olmaz. Bu daha henüz bütünselleşmemiş bir sosyal kontroldür. Hatta bizden önce kararlı gibi görünenler, misal hapisaneler halen tamamlanmamış bir kontroldür. Bunu kontrolün ölçüsünün sorgusu değil, kontrolün kendisinin niteliğinin sorgusu takip ediyor.

Yıkıcı hareket tarzında gizliliğin işlevi, bu yüzden Devletin kusursuz kontrol hedefiyle aktardığı değerleri ve dili içselleştirmekten kaçınarak bu katılımı reddedebilmektir.

Alıntı: Fraksiyon 

25 Aralık 2015 Cuma

Ellerden, bacaklara, boyunlara - Devlet otoritesinin istikrarını kıralım!


Ellerden, bacaklara, boyunlara -
Devlet otoritesinin istikrarını kıralım! 
Dayanışma saldırı demektir! 

Biz anarşist ve otorite karşıtı bireyler ve yapılara karşı devletlerin otoriter darbesinin devamı olarak İspanya'daki anarşistlere karşı son günlerdeki operasyonlarda görüyoruz. Bu baskı, ancak, tecrit değil. Geniş bir Avrupa ve dünya bağlamında son yıllarda otorite karşıtı yapılar ve bireylere karşı saldırılar gerçekleşti.

Baskı dalgası sadece eziyet ve spesifik eylemler veya saldırıları cezalandırmak değil, fakat aynı zamanda mücadelenin dinamikliğini yok etmeyi, bireyler arasındaki kişisel ilişkileri saldırmayı ve geliştirilmekte olan devrimci süreçleri engellemeyi amaçlamaktadır.  

Otorite kurumları savunmacı/saldırgan demokrasi gibi terimler ile tecrübe ediliyor. Bu söylem içinde olanlar saldırı, felç etme ve çatışma ve gerginliğin düzeyine göre isyancılar ve devrimci ilişkilerde uzun vadeli zarar oluşturma girişimindedir. Bu stratejinin etkili girişimi yoldaşların terörizme teşviki için suçlanıyor olarak görülebilir; otoriterlerin yoldaşlar ve asileri hapse göndermek için, hatta sadece propaganda ve fikirlerin yayılması için bu davaları kullanmayı dener. Bu operasyonların bir diğer yönü sakınmak için ayrıca diğer isyancılara bir uyarı göndererek her şeyin kontrol altında olduğunu toplum içinde açık bir mesaj yaymaktır. Biz bu baskıcı operasyonları anlar, bu nedenle, sadece isyankar mücadeleler ve dinamikleri devlete karşı tepkiler olmamak üzere, fakat aynı zamanda uzun süreli bir araç olarak her asi ve/veya kritik bireye karşı kullanılır.  

Arzuladığımız isyan tahakküm ve baskıya dayalı sistemi yok eden, tüm sistem ve sosyal düzeni tahrip edendir. Bizim bakış açımız herkes için özgürlükte daha az bir şey istiyor. Bu bizim kavgamız için, ancak özgürlük düşmanının kendini korumak ve mevcut var olan toplumsal düzenini korumak amacıyla, mücadelemizi engellemek için elinden gelen her şeyi yapacağını biliyoruz. Biz ancak yoldaşlarımız ile güçlü ilişkiler, dayanışmaya dayalı ilişkilere sahibiz. Bizler yoldaşlarımızı asla terk etmeyeceğiz ve her zaman savaşmaya devam edeceğiz. Baskıya karşı mücadelede var olan bir problem, bizim sürekli bir adım otoriterlerin arkasında, onların çabalarına tepki göstermemiz ve genellikle güçsüzleştirici bir dinamik içinde bağlı olmamızdır. Devrimcilere, onların mücadeleleri ve fikirlerinin baskılarına karşı belirli darbeler geldiğinde, orada zulmü normalleştirmek ve istikrar duygusunu sağlamak için bir girişim de var. İşte tam da bizim saldırmamız gereken şey bu istikrardır. Tam da bu şekilde meydan okumak normalliktir. Bir normallikte herkes ve her şey çalıştığında, gürültü veya sessizliği, her şey doğru sırayla ve hiçbir şey ve hiç kimse, ya da yaşamın monotonluğunu kırılabilir.

Bu tam da zorluğun bu anlarında, otoritere mücadeledeki bireyler rehin aldığında ve sistemin istikrarını korumak için onların projelerini kırdığında, biz onları korumak ve dolayısıyla devrimci anlayışın anlamına bir ifade kazandırmak için çalıştığımızda oldukça istikrarlı saldırı olabilir.

Trafik ışıkları ya da önemli ulaşım yolları, bomba tehditleri, yangın alarmı veya büyük şirketler veya kamu kurumlarına ait binaların kilitlerini yapıştırmak olsun, Önemli tren rayları veya elektrik hatları...  Akışkan üretim ve tüketimin çalıştığı, sömürü ve baskının, insan gücü ve paranın, eşyaların akışına... Saldırı mümkün! Ve sistem savunmasız!

Bu toplum eşya ve bilginin akışına bağlıdır. Dolayısıyla anarşistler olarak bizim için içinde yaşadığımız durumu anlamak önemli olduğu gibi, düzene etkili bir şekilde saldırmak ve isyana yer açmak için toplum ve onun otoritesinin yapılarını anlamamız gerekir.

Otorite ve baskının enstrümanları geniş bir uluslararası ağ içinde koordine edilmektedir.

Bu çürümüş sistemin istikrarını ve günlük hayatın sıkıcı monotonluğunu adım adım yok edip her yerde vuralım ve saldıralım.

Alıntı: Insurrection News, Kaynak: Linksunten

23 Aralık 2015 Çarşamba

Anarşist Sanal Kitaplık, Kütüphane ve Yararlı Linkler


Kitaplık Arşivi:  (Arşivler birbirinden farklıdır)

Yandex - Google Drive



Türkçe Anarşist Kaynaklar: 

http://karaisyan.blogspot.com.tr/
http://anarsi.net/ - http://www.anarsi.info/
http://yabanil.net/
http://issuu.com/sosyalsavas/
http://sosyalsavas.org/category/library/
http://stencilarsivi.blogspot.com.tr/
http://icmihrak.blogspot.com.tr/
https://anticopyrighttr.wordpress.com/
http://www.internationala.org/
http://isyananarsi.blogspot.com.tr/
http://yaban-ci.blogspot.com.tr/

23 Kasım 2015 Pazartesi

Meksika: Tijuana'dan Kara Aralık şiiri


Kara Aralık bireyselliklerin dayanışmanın çığlığı ile
Yeni, anarşik, siyah ve doğrudan dayanışma
Yanan barikatlar, molotof kokteyller, mermiler, hançer ile dayanışma
Kamulaştırmalar, patlamalar, kundaklama olayları, sabotaj eylemleri
iddia eylemleri ya da
Çok biçimli anti-hiyerarşik jestler
ve saldırıların sonsuzluğu

Yoldaş Sebastian Angry Oversluij
Vücuduna giren o kurşunların intikamı alınacak
Bankalar, polis karakolları, ulusötesi şirketler, kiliseler
Mahkemeler, laboratuarlar, enstitüler, ve ofisler, hangisi olursa olsun hepsi
Aralık isyanın alevleri tarafından yanıp kül olur

Aralık yeni anarşinin daimi tehlikesi
Kara Aralık tüm anarşist tutsakların özgürlüğü için
Aralık onurlu kaçaklarla dayanışmak için
Aralık savaşta düşmüş yoldaşların anısı için
Aralık bireylerin ve yılmaz hücrelerin suç ortaklığı için
Aralık egemenliğe karşı tüm yollarla

Kaçırılan, kaçak ve düşmüş yoldaşları hissedeceksiniz
Biz pasifistliğe karşı her darbe ile yanlarında olacağız.

Anarşist tutsaklar sokaklara!
Onları özgür ve vahşi istiyorum!

Bazı dayanışmacı bireysellik 

Kaynak: Contra Info

27 Ekim 2015 Salı

Bireyci Anarşizm - Sidney E. Parker


"Bireycilik", cehalet ve amacı dışında istismar edilen "anarşizm" ve "egoizm" gibi kelimelerden biridir. Birçok radikaller için kapitalist ormanda "herkes için özgürlük" olarak eş anlamda kullanılmakta, ve kapitalizmin bazı savunucuları ekonomik sömürü ve tekeli haklı göstererek kullanmaya çalışmaktadır. Kapitalist toplumun doğası hakkında biraz zeki düşünen, ancak, onun sürekli mevcut patron-erkekler ve kitle-erkekler olarak, bu fikir ile kızdırmak yeterlidir. Kendi banliyö kuralları arasındaki kafeslerde bitki gibi yaşamak ve aynı zamanda haftanın beş günü kendi ofislerinin içinde ve dışında şehir beyefendi orduları hakkında bireysellik nedir? Ve hayatları boyunca aynı aşağılık-ritüelleri tekrarlayarak ve makine tanrısının önünde duran sanayi işçileri sürüleri nasıl bireysel? Bu soruları sormak için bunları cevaplamak gerekir.

Bireyciler

Bireyci anarşistler istatiksel milyonlara ek itaatkâr vatandaşlarla olmazlar. Onlar kendilerini sürünün dışında sayar ve onların anarşisi kendilerini doğrulayacak güçleri bulundurmaktadır. Onlar anarşizmini bütün demokratik ve sosyalist mitleri üzerinden koparmıştır. "Halk bunu istiyor" ya da "işçiler bunu istiyor" un canı cehenneme! Biz kendi hayatımızı yaşayalım, kendi çıkarlarımızı takip edelim ve kendimiz olalım. Yalnız gitmek zorunda olsa bile, bireyci kendi yoluna gidecektir. Eğer bunu yapmazsa o birey olmaz.

Devlet

Fakat birey kendisi için yaşıyorsa onun diğerleri üzerinde hükmetmeyi sürdürmemeye engel nedir? İki şey, en azından. İlk olarak, diğerleri de onun kadar inatçı ise, daha sonra o kendi iradelerine karşı çıkacak ve bu yüzden çabaları boşa çıkacaktır. İkincisi ve en önemlisi, bireysellik otorite hükümdar arasındaki ilişki olduğunu bilir ve her iki bağlanan hükmü ve her bağımsızlığı yok eder. Max Stirner'in de dediği gibi:

"Kendisine sahip olmak için başkalarındaki irade eksikliğine bel bağlayan, başkalarının yarattığı bir şeydir. Efendi kölenin yarattığı bir şeydir. İtaat sona ererse, efendilik de sona erer."

Bireyci anarşistler birçok masumu ezmek için birkaç kötü adına komplonun sadece ürünü olarak devleti görmezler. Eğer onlar öz yönetim yeteneğine sahip olsalardı, yönetilmeyi istemeselerdi birçok yönetim olmazdı. Hükümdarlar ve yönetilenler bireyselliği reddetmek bir paradaki aynı madalyonun iki yüzüdür. Onların yolu hemen dışında yer alıyor.  

İşbirliği 

Bireyciler insanlar arasındaki tüm işbirliğini mi reddeder? Bireyciler Ibsen ile aynı fikirde "en güçlü insan en yalnız duran o kişidir.", fakat ihtiyaçlarını karşılamak için bazı işbirliğine girerler. Sadece tek başına yeterince güçlü duranlar başkaları ile gerçek bir özgür işbirliği kurma yeteneğine sahip olacağı için, bu konuda çelişkili bir şey yoktur. Ama böyle bir ortaklık kendi içinde bir son değil - onu oluşturanların yararlı bulduğu sürece sürer. Bu üyelerin görevlerinin sahip olduğu yönünde kutsal bir şey değildir. Onları yaratma ve kendilerinin hizmetkarı, başka bir şey değil.

Ekonomi

Bireyci ekonomi alanında, sendikalist ya da komünist, sosyalist olsun, kolektivizme inanmaz. Onun için, üretim araçlarının bireysel sahipliği üreticisine, ürün ya da eşdeğer garanti yoldur. Bu alanda, tüm diğerleri gibi, ancak, bireyciler tümü çoğulcu ve saygın herhangi bir sistemde, onun adı ne olursa olsun, otoriter kadar, herhangi bir ekonomik ilişkiye bağlanmak ve onlara alternatif seçmeyi reddeder. Bireyci ve kolektivist ekonomi yaklaşımı arasındaki fark, ilki her bireyin kendisi için ihtiyacı olanı sağlamak üzere serbest bırakılacağı gerçeği yatarken, oysa ikincisi toplumda araçlar üzerinde yönetici ve sağlayıcı olmak ister. Başkalarının iyi ya da kötü niyet üzerine bireysele bağımlı kılan herhangi bir sistem bireyci için iğrençtir. Onların hiçbir bağımsızlık veya seçim özgürlüğü yoksa, üretim araçlarının bir avuç özel tekelci, devlet, sendikalist bir federasyon veya komünün kontrolü altında olup olmadığı onlar için biraz önemlidir.

Devrim    

Fakat gelecekteki bir ekonomi hakkındaki spekülasyonlar sadece akademik bir ilgidir. Bireyci anarşistler onların fikirlerinden herhangi bir menfaat olmaksızın "Devrim yarın"ı beklemek niyetinde değillerdir. Onları ilgilendiren bugün, kuramsal gelecek değil. Bireyci kendine yoluna benzer her yolcuyu ağırlar, fakat onun yolculuğuna başlaması için onlara ihtiyaç yoktur. Hristiyan tanrı iradesine bakar, marksist ve sendikalist devrimci proletaryanın iradesine bakar, fakat bireyci kendi iradesine bakar ve kendi dışında hiçbir dayanağı yoktur. Sonuç olarak, o "tarihin diyalektiğe", "sınıf mücadelesinin kaçınılmaz sonucuna", "hukukun kanuni sürecine", ya da başka herhangi bir kolektife, kurtuluş aracı olarak grup ya da doğaüstü güce inanmaz. Kendi kendine kurtuluş ona herhangi bir anlama sahip tek kurtuluş şeklidir. O mevcut sefaletin ve baskılara bir sus payı olarak uyuşturulmak için vakti yoktur.


Bireyci Anarşizm - S. E. Parker tarafından Genel Hatları ile

Toplum Düşmanları tarafından - Bireyci & Egoist Düşünce'nin Antolojisi, Ardent Press

Kaynak: In the Belly of the Beast

6 Ekim 2015 Salı

Sergey Nechayev

Sergey Nechayev, 2 Ekim 1847 - 21 Kasım veya 3 Aralık 1882 arasında yaşamış Anarşist, Nihilist bir Rus devrimcisidir.

Tam adı Sergey Genadiyevic Nechayev'dir.

Tarihin en azılı komplocusu, Nietzsche'nin silahlı peygamberi.



Olması gerektiği gibi eğitimsiz ve hatta neredeyse zır cahildi ama gerçek bir parya kurnazıydı. Hiçbir zaman iyi bir eğitim almadı ama kendisini zaman içinde öyle iyi geliştirmişti ve eksiklerini öyle iyi örtüyordu ki, coğu kez bir beyefendi muamelesi görüyordu.

Köy enstitülerinde belletmenlik yaptı. Bu dönemde (1868-69) rejime karşı öğrenci hareketlerine katıldı ve örgütledi. Kendi hücresini oluşturdu. Özgürlükçü olduğu kadar da disiplinliydi.

Hareketlerin ivmelerini kaybetmesi ve kurulan mahkemelerin agır cezalar vermesi sebebiyle Avrupa'ya kaçtı. Avrupa'da entellektüel kesim ile ilişkilere girdi. Rusya'da kendisi bekleyen büyük ve etkin bir örgüt oldugu asparagasını her yere yayıyordu.

Bu dönem icin de anarşizmin kuramcı ve eylemcilerinden Bakunin ile tanıştı. Daha sonra bakunin'in güvenini suistimal etse ve hatta işi, tehdit etmeye kadar vardırsa da Bakunin dahi hakkında hep olumlu konuşmuştur.

Nechaev, catechismin kuramcısı ve yazarıdır.

Daha sonraki dönemlerde Rusya'da "Halkın İntikamı" adlı küçük ama çok etkili bir terör örgütü kurdu.

Örgüt kraliyete, saraylara, saray trenlerine vb. yerlere sabotaj düzenledi. Çoğu kralı öldürmek icin yapıldıysa da başarısız oldu, onun dışında etkili suikast ve suikast girişimleri de oldu. İvonov adlı bir öğrenci Nechaev'e güvensizligini ve onun kimse tarafından görevlendirildigini duşunmedigini söyleyince 21 Kasım 1869'da Moskova Üniversitesi'nin arka bahcesinde onu öldürttükten sonra cesedini havuza attırdı. Bu olay Rusya'da büyük tepki yarattı. O sırada Dostoyevski "Bir Büyük Günahkarın Hayatı" adlı bir kitap yazmaya calışıyordu. Bu kitabın ana karakteri Cinler'deki unutulmaz Nikolay Vsevolodovic Stavrogin idi. Bu olayi duyunca sosyalistlere ve nihilistlere özellikle kızgın olan Dostoyevski kitaba başka bir unutulmaz karakter daha ekleyerek ismini Cinler olarak değiştirdi. Sergey Nechaev'i Peter Stepanovic Verhonevsk olarak dramlaştıran Dostoyevski bir çok kişiye göre yazılmış en iyi siyasi romanı yazdı.

Nechaev öyle etkili bir vizyon yakalamış ve öyle iyi kadrolar geliştirmişti ki, bu küçük örgüt çöktüğü dönemlerde bile adı ile korku yaymaya devam etti. Zamanın entellektüelleri ve devrimcileri Neçayev'in sayesinde var olmuş ya da varlıklarını devam ettirmiş olsa da neredeyse hep kötülediler ve hatta catechism gereği Nechaevistler bile bunu yaptı zira temel kural deşifre olmamak ve farkedilmemekti.Bakunin'in Enternasyonalden atılmasına sebep oldu ve 1871'de Birinci Enternasyonal tarafindan kınama aldı. Yurt dışındaki desteğini kaybeden Nechaev Rusya'daki komitadan en iyi adamları ölünce damdazlak kaldı ve 1872'de tutuklandı. 1873 yılına değin olağanüstü bir mahkeme süreci yaşayan Nechaev bu tarihte sürgün cezası aldı. Aslında kendine biçilen ceza Petersburg'da ömür boyu hücre hapsiydi. Sürgün icin Sibirya'ya gitmeyi bekleyen ve oradan kacıç planları hazırlayan Nechaev ömrünün sonuna kadar Petersburg'da en tehlikeli birkaç mahkum için kullanılan bir kalede yaşadı.

Bir süre sonra, içerideki askerleri de örgütlemeyi başaran Nechayev bu sayede tekrar komplolar ve suikastler yönetmeye başladı.

Nechaevistlerin etkisi döneminin her alanına yansıdı. Diyebiliriz ki bu etki neredeyse 1900'lerin sonuna kadar devam etmiştir.

“Neçayev duraksama diye bir şey bilmez, hiç bir şey durduramaz onu, kendine karşı da başkalarına karşı da kıyıcıdır. Bağnaz, ama dürüst bir bağnazdır, aynı zamanda çok da tehlikelidir, onunla ortaklık kurmak uğursuzluk getirebilir... Sonunda şu düşünceye varmıştı: Ona göre, iş görebilen ve güçlü bir örgüt kurabilmek için, Machiavelli’nin felsefesine dayanmak ve Cizvit’lerin şu kurallarını benimsemek gerekliydi: ‘Bedeni işkenceyle, ruhu yalanlarla çökertmeli, yok etmeli!” Bu satırları, ünlü Rus anarşist Bakunin, arkadaşı Tandier’e yazıyordu. Bakunin’in sözünü ettiği, bir papazın oğlu olan Sergei Neçayev’dir.

Neçayev, 1869’da Moskova’da ayaklanma amaçlı bir dernek kurmuş, ‘adam kazanmak için’, yalandan teröre kadar, her yöntemden yararlanmıştı. Neçayev, 1869 öğrenci ayaklanmasına katıldıktan sonra İsviçre’ye kaçtı ve burada Bakunin’le tanışarak, onunla birlikte “Halkın Adaleti” dergisini çıkardı. Bu dergi, yalnız Çar’ın temsilcilerine değil, liberal yazar ve gazetecilere de terör uygulanmasını istiyordu. İvanov isimli bir öğrencinin öldürülmesi, Rusya’da kurduğu, “Halkın Adaleti Toplumu” adlı gizli örgütün açığa çıkmasına maloldu ve Neçayev İsviçre’ye tekrar kaçmak zorunda kaldı. Ama İvanov’u öldürmekten sanık olarak Rusya’ya geri gönderildi ve 20 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. 1882’de, hapisteyken öldüğünde, bir gardiyanı davasına kazanmayı başarabilmişti. Bir Devrimcinin Alfabesi adlı kitapta Bakunin, Neçayev’i şöyle yazıyordu: “Bir devrimci kendini önceden bağlamış bir adamdır. Ne kişisel çıkarı olabilir, ne özel işleri ne duyguları, ne malı mülkü, hatta ne de adı. Onda her şey tek bir çıkarda, tek bir düşüncede, tek bir tutkuda toplanmıştır: Devrim... Yalnız sözünde değil, davranışında da kamu düzeni ile, uygar dünya ile, her türlü yasa, her türlü töreler, gelenekler ve her türlü ahlâkla da ilişkisini kesmiştir. Hele uygar dünya onun amansız düşmanıdır. Onun içinde yaşaması yalnızca onu daha kökünden yıkmak içindir.” Hiçbir otoriteyi tanımayan, romantizmi, aşkı, kişisel kin ve intikamı reddeden bu anlayışı, Lenin şöyle tanımlıyordu: “Anarşizm, ters yüz edilmiş burjuva bireyciliğidir.”

Neçayev'in Devrimcinin Anahtar Kitabı adlı bir de kitabı vardır.

7 Eylül 2015 Pazartesi

Ekosoykırım sürerken


“Sanayi toplumunu yıkmaya harcanmayan her saniye,kendimizle birlikte tüm canlıların yok edilmesine göz yummak demektir.” 
Craig “Critter” Marshall

Doğanın tahakkümünde yeni yöntemler bulmakta, gizli açık talanı desteklemekte insanoğlu çok yaratıcı. Uygarlık dünden yarına katliamlarının hızını artırıyor. Daha iyi günlerin bizi beklediğine dair “ilerleme” miti bir parodiye çoktan dönüştü. Kanserli bir toplum yaratan fabrikaların, şirketlerin ve ağa babaları devletin ağzıyla kirlettiği geri dönüşüm, çözünebilir ve yeşil kelimelerine hâlâ gerçekten inanan var mı bilmiyorum poşet dağlarıyla çevrilmiş uygar yaşantımızda.

İnsanlar modernizmin uygar yaşantısı için nehirleri duvarlarla ördü, ormandaki ağaçları baltaladı, bataklıkları içindeki kurbağalarla birlikte öldürdü ve milyarlarca hayvanı katletmeye devam ediyor. Devlet ve medyanın kullandığı dil ve reklamlar artık doğal hayat yalanının üzerini kapatamıyor. Bir fabrikanın, bir barajın, enerji nakil hatlarının, yolların, köprülerin ve tüm bunların tamamlayıcısı “kalkınma” yalanı otobanlarla, gökdelenlerle, fast food mekanlarla, AVM’lerle, çimentonun bin bir çeşit türevi mimari şeytanlıklarla ekosoykırıma yol açıyor.

Obama’nın bile ekolojiden bahsettiği bugünlerde tüketiciliğin makyajı eko ürünler, doğada hemen çözülen plastikler, sadece bizi değil ormanı da özgürleştiren otomobiller an be an ekranlardan akıyor. Sürekli üreyen, üreyip çoğaldıkça birer müşteriye dönüşen her insan dünya sömürücüsü kapitalistler için üzerinden para kazanılacak taze girdiler ve yeni pazarlar demek. Yeni açılan her pazar daha fazla enerji talebi demek. Kumpas kurulmuş, azmanlaşan bir kısırdöngünün yarattığı yıkımı lehine çeviren sömürgenler aş ve iş vaadinin ardına gizleniyor. Gelsin baraj inşaatları, nükleer santraller, madenler, lojistik altyapılar, doğayla kardeş binalar, “yeşil” çelik fabrikaları her şey insan için.

Kısa ya da uzun vadeli çözüm stratejilerinden çok uygarlığa karşı verilecek topyekûn bir savaş zamanı geldi çattı. Bunun için atılması gereken ilk adım en meşru ve ivedi bir mücadele alanı olan ekolojik direniş şu zamanlarda ön plana çıkıyor. Eşi benzeri görülmemiş bir devlet talanın, gözünü kâr hırsı bürümüş şirket acımasızlığının, tam ortasındayız.

Direniş hareketlerinin yöntemleri umut vermiyor. Demokratik, sivil itaatsiz, hukukun üstünlüğüne inanan, eşitlikçi, dayanışmacı, çoğulcu ve hümanist kafaların kimseye faydası yok. Hukukun üstünlüğüne inanan her direniş hareketi düşmanın beslendiği bir örgütlenme biçimine dönüşüyor. İçi boş bir hümanizm anlayışı yasaların ve hukuk sisteminin temel direği. Ormanların da kalbi var, orada binlerce yıldır yaşayan canlıların da hakları var.

Hümanist, demokratik, kalkınmacı, ilerlemeci, sosyal refahçı her devlet ve onun taşeronu her şirket şiddetle cezalandırılmalı artık.

Nehri bölmek için örülen her duvar, baraj inşatına giden her yol dinamitlenmeli. Akan suyun, vahşiliğin, balıkların ve yeşilin özgürlüğü korkularımızdan daha önemsiz değil.

Doğal gaz boru hatlarına, enerji nakil hatlarına sabotaj yapılmalı. Uygarlığın yok ettiği yaşamlara karşı savaşmak için, insansı robotlar olmamak için, duygularımızın peşinden gitmemiz için enerji kaynaklarına ihtiyacımız yok.

Toprağı deşen, ağacı söken, barışı baltalayan, vahşiliği öldüren her iş makinesi yakılmalı, baraj, yol, köprü yapımını üstlenen her şirketin merkez ofisi bombalanmalıdır. İnandığımız tek pragmatik gerçek doğrudan eylemin ve isyanın doğal sonuçlarıdır; iş makinesi olmadan hiçbir şirket doğayı talan edemez, merkez ofisi olmadan hiçbir şirket talanı organize edemez.

Yaşadığımız dünyanın korunması için polikacılardan ve sermayeden umudu kesmenin vakti gelmedi mi? İnsanın vahşi doğasına dönüş için, ekolojik sistemin nefes alması için, özgür bir dünya için sistemin bütün çarkları yıkılmalı. Nihilistler, sabotajcılar, ekotajcılar, A.L.F., kundakçılar, göçebeler, mülteciler, bireyci suçlular, terörist anarşistler, gerekli olan ve başarmak istediğimiz her şeye hazır olan insanlar sistemin dengesini bozmalı vahşi doğayı işgal edenleri cezalandırmalıdır.

Fazıl Tar

Kaynak: Sosyal Savaş

27 Ağustos 2015 Perşembe

İnfiAl / Kerem Kamil Koç Kütüphanesi’nden destek çağrısı



İstanbul Tarlabaşı’nda anarşistler tarafından işletilen infiAl bünyesinde geniş ölçekli anarşist yayınların toplandığı bir kütüphane mevcut. KKK anısına adı konulan kütüphanede bugüne kadar yayınlanmış (türkçe-kürtçe veya diğer dillerde) bir çok anarşist yayına, kitaba veya görsel-işitsel materyale raslayabilirsiniz, ancak bu yayın ve materyaller konusunda daha eksiklerimiz var ve ayrıca olası kayıplara karşı ikişer üçer muhafaza edilmesi kütüphanenin sürekliliği için olacaktır.

Sürekli yaşayan anarşist bir kütüphanenin varlığına destek vermek isteyen tüm arkadaşlardan, yoldaşlardan feminizm, sınıf mücadelesi, queer, LGBTİ, doğa savunma ve barınma mücadeleleri, göçmen dayanışması, hayvan kurtuluşu, hapishane karşıtı ve tüm sosyal mücadelelere dair kitap, süreli-süresiz yayın, belgesel, albüm veya film, her türlü destek ve bağışları bekliyoruz….

“K.K.K. Kütüphanesi

K.K.K.K. adı verdiğimiz kütüphanemizi hayata geçirme amacımız, anarşist harekete dair tüm dillerden anarşist kitap, dergi, broşür video vs. dokümanları toparlamak ve derli toplu bir biçimde ulaşılabilirliğini sağlamaktır. Kütüphane bu yayınların veya dokümanların ulaşılabilirliğini hedeflerken, daha fazla anarşist ve liberter kaynağı bünyesinde toplamayı da hedeflemektedir. O nedenle her türlü kitap, dergi veya doküman desteğine açıktır.

Distro

Aynı şekilde kütüphanenin bir parçası olan bazı kitap, dergi, broşür, fanzin, rozet, yama, tişört, video, cd, dvd gibi görsel ve işitsel dokümanların satın alınabileceği ve mekanın döngüsü için bir dayanışma vesilesi olan distro da mekanın açık olduğu günler-saatler boyunca işleyişini sürdürecektir.

Distro’ya ayrıca ücretli-ücretsiz kendi yayınlarınızı getirebilirsiniz.”

http://infial.noblogs.org/

Kaynak: Sosyal Savaş

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Zayıflığın Tiranlığı – Alfredo M. Bonanno



Bugün heryerde zayıflıkla karşı karşıyayız. Zayıfız ya da sanki farklı görünme korkusuyla hareket ediyoruz.

Kendinden emin olmak ya da kendi veya diğerleri veya bir şeyler hakkında bilgi sahibi olmak artık moda değil. Bunlar artık modası geçmiş görünmekte ve adeta kötü bir tat vermektedir. Bir şeyleri düzgün yapmak için artık herhangi bir çaba sarf etmiyoruz ve bununla yapmayı tercih ettiğimiz şeyleri ne pahasına olursa olsun yapmaya inandığımızı kastediyorum. Bunları mantığın kendisine karşı, berbat, yüzeysel ve detaylara önem vermeden yapıyoruz. Tabii ki, tam olarak bu zayıflıkla övünmüyoruz, ancak onun arkasına saklanacak bir çeşit perde olarak kullanıyoruz.

Böylece bizler bu yeni, hızlı yayılan efsanenin köleleri haline gelmiş olduk. Burada yapmak istediğimiz ‘güç’ hakkında konuşmak değil—ki ‘güç’ de hiçbir zaman bir çeşit gizli zayıflıktan başka bir şey olmamıştır—aksine bu duruma açıklık getirmektir. Bu, yaşamak ve düşmanlarımıza saldırmak için kazanmamız gereken değerlerin ayaklar altına alınması ve araçların tahrif edilmesi meselesidir. Bugün hüküm süren model, kaybedenin mücadeleden vazgeçmesi, bırakması ya da en basitinden hız kesmesidir. İktidar yapısının bu eğilimin devam etmesini görmekteki çıkarı büyüktür. Artık çok zor düşünüyoruz ve çeşitli bilgi kanalları tarafından yayılan mesajlara pasif ve yetersiz bir şekilde boyun eğiyoruz ve konuşmalarımız bu yönde oluyor. Tepki vermiyoruz.

Aptallar ile pul koleksiyoncuları arasında bir yerde bir kişilik inşaa ediyoruz. Çok az anlıyoruz, ancak çok şey biliyoruz: ayrılıklara yol açan lüzumsuz bir sürü şey, cep ansiklopedisi bilgisi.

Aptal, cahil ve kaybedenler olmaya hakkımız olduğuna ikna edilmişiz.

Etkiyi düşmana geri çevirmiştik, bunu iktidar mantığına ait bir modelmiş gibi düşünerek. Ve bu doğruydu, bir zamanlar kaçınılmazdı. Sınıf düşmanına zarar vermek söz konusu olduğunda, işe gitmemek ve işe karşı olmak doğruydu. Ama şimdi bu duruşu kendi içimize yansıttık ve bu rövanşı kazanan düşmanımız oldu. Kendimiz ve gerçekten istediğimiz şeyler söz konusu olduğunda bile pes ettik.

Ve böylece, pek işe yaramayan ve açıkgözlülükten yoksun modeller olan oryantal felsefe, alternatif ürünler ve farklı düşünme biçimlerinin kelebek yakalayıcılarına döndük. Dişlerimizin dökülmesini beklemek yerine, onları tek tek çektik. Şimdi mutluyuz ve dişsiziz.

İktidarın laboratuvarları bizim için yeni bir vazgeçiş modeli programlıyor. Sadece bizim için, elbette. Kazanan azınlık ‘içeridekiler’ için, model halen agresifliktir ve fetihtir. Artık, bir zamanlar ayaklanmalarda ve kontrol edilemez isyanlarda patlayan kana susamış, öfkeli barbarlar değiliz. Bizler, bıkkın ve züppe, eyleme inancı olmayan, hiçbir şeyin filozofları haline geldik. Dilimizi ve beyinlerimizi daralttıklarının dahi farkına varamadık. Artık diğerleriyle iletişim kurmak için önemli olan yazmakta bile zorlanıyoruz. Artık konuşamıyoruz. Bizler iletişimi görünür bir şekilde kolaylaştıran, ama gerçekte onu alçaltan ve iğdiş eden televizyon, spor ve kışla tarzı gazetecilikten gelen bayağılıklardan oluşan bodur bir jargonla kendimizi tanımlıyoruz.

Ama daha kötüsü, artık herhangi bir şey yapmak için bile çaba sarfetmemiz çok zor. Kendimizi adamıyoruz. Bir kaç zaman sınırı, yapılacak bir kaç şey, ama okumak yok. Bir toplantı, orda burda bir eylemle yere serilir ve bitkin düşeriz. Diğer taraftan saatlerimizi, içerikten yoksun müziklerle (hiçbir şey anlamadan), anlamadığımız dillerdeki şarkılarla ve fabrikayı, yarış arabalarını veya motorsikletleri andıran gürültülerle harcarız. Hatta doğa konusunda derin düşüncelere dalarak (ondan kalan şeyler hakkında) kendimizi kaybettiğimizde bile gerçekten yürüyüşe bile çıkmıyoruzdur. Kapitalizmin ekolojik ve natüralist modeller (yeni alternatif versiyonunda, elbette, ondan önce gidenden bile daha kötü) gibi bayağılıklarla karşımıza çıkmasını kabul ediyoruz. Ancak sırf derin düşünme değil, sorumluluk ve güç, saldırganlık ve mücadele gerektiren doğayla gerçek bir ilişki konusunda herhangi bir deneyime sahip değiliz.

Ve bana toleranslı bir davranışı geliştirmemiz gerektiğine karşı olarak saldırgan kapitalist davranışlar hakkında bir şeyler söylemeyin. Kapitalizmin veya Paris-Dakar rekabetindeki iştirakçilerin saldırganlığının ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorum. Ben bundan bahsetmiyorum. Aslında ben sadece saldırganlıktan da bahsetmiyorum. Kelimeler bizi aldatabilir. Gemiden alevler yükselirken birilerinin zamanlarını aylaklık ederek harcamadan eylemlerini gerçekleştirmeleri gerektiğinden bahsediyorum.

Geniş kapsamlı değişimlerin gerçekleştiği konusunda ikna edildik veya edilmedik. Kapitalizm ve iktidar, on yıllardır iyiliğimiz için mevcut yaşamlarımızın keyfini kaçıracak olan bir dönüşüm geçiriyor. Şayet bu konuda derinlemesine ikna olmadıysak, o zaman gramer ve dille aramıza makul bir mesafe koyarak, hayallerimizin kelebeklerini, budizmin efsanelerini, tedavileri, Zen felsefesini, kaçış edebiyatını, sporu, zevk aldığımız herşeyi kovalamaya devam edebiliriz.

Ama şayet ilk varsayıma ikna olduysak, özellikle kendi zincirlerimizi görme olasılığından bile bizi yoksun bırakan kültürel bir köleliğe indirgemeye meyilli bir proje olduğuna dair ikna olduysak, o halde mücadeleyi bırakmaya veya terketmeye tolerans ve eğilim göstermelere artık katlanamayız. Ve burada bahsettiğimiz şey, devrimci yükümlülüklerini çoktan geride bırakmış ve şimdi yeşiller, portakallar, Budistler ve benzeri topluluklar arasında epeyce sakin bir şekilde otlayan yoldaşlar için gereklidir. Ayrıca burada kendilerini halen devrimci olarak tanımlayan ancak günden güne fiziksel ve zihinsel kirlenme trajedisini yaşayanlara gönderme yapıyoruz.

Bu basit bir eylem çağrısı değildir. Mezarlıklar bu tarz çağrılarla dolu. Bizler sermayenin laboratuvarlarında çalışılan ve şimdi kusursuz bir şekilde işleyen bir projeden bahsediyoruz. Bu projenin amacı bizim mücadele kapasitemizi azar azar ve acıtmadan etkisiz hale getirmektir. Bu proje sermayenin derinlemesine yeniden yapılanmasıyla el ele yürüyor. Bizimkisi bir gönüllülük çağrısı, veya isterseniz, çölde bir çığlık değildir. Bu, kısıtlı ve benzer olsa da, çevremizdeki dünyada gerçekleşen derin değişikliklerin anlaşılmasına küçük bir katkıdır.

Alfredo Maria Bonanno

Orijinal başlık: La tirannia della debolezza, ‘ProvocAzione’ no.11, Şubat 1988, s.5

Çeviri, Alıntı: Sosyal Savaş

Kaynak: Pantagruel

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Devrimi mi bekliyorsunuz? - Renzo Novatore


Tarih, materyalizm, tekçilik, pozitivizm ve şu dünyanın tüm –izmleri artık ihtiyaç
duymadığım ve umursamadığım köhne ve pas tutmuş araçlar. Benim ilkem hayat, sonumsa
ölüm. Hayatımı yoğun bir biçimde yaşamak istiyorum kucaklamak için onu trajik bir biçimde.

Devrimi mi bekliyorsunuz? Benimki başlayalı çok oldu! Siz de hazır olduğunuzda (Tanrım,
ne bitmek bilmeyen bir bekleyiş bu!) bir süre size eşlik etmekten imtina etmem. Ama siz
durduğunuzda, ben hiçin yüce ve asil fethine giden kaçık ve muzaffer yoluma devam
edeceğim! Kuracağınız her toplumun sınırları olacak. Ve her toplumun sınırları dışında gezip
tozacak kural tanımaz ve gözü pek serseriler olacak yabani ve bakir fikirleriyle – her daim
yeni ve tüyler ürpertici isyan patlamaları tasarlamadan yaşayamayanlar.

Onların arasında olacağım ben!

Ve benden sonra da, benden önce olduğu gibi, yoldaşlarına şöyle diyenler olacak: “Öyleyse
Tanrı’larınıza ya da putlarınıza değil de kendinize dönün yüzünüzü. İçinizde saklı olanı bulun;
onu açığa çıkarın; kendinizi gösterin!”

Çünkü kendi maneviyatını araştırıp orada esrarlı bir biçimde saklı kalanı dışarı çıkaran her
insan, bir gölgedir güneşin altında var olabilecek her nevi toplumu tutulmaya uğratan.
Aşağılayıcı serseriler aristokrasisi, ele geçirilemezler, biricikler, idealin hükümdarları ve hiçin
fatihleri tereddütsüz ilerlediğinde tüm toplumlar tir tir titrer.

Öyleyse, haydi put kırıcılar, ileri!

“Felaketi önceden sezen gökyüzü şimdiden kararıp suskunlaşıyor!”

Renzo Novatore

24 Temmuz 2015 Cuma

Yunanistan: Nikos Romanos’la Röportaj



Kasım-Aralık 2014’teki açık grevinizin ardından yeni adli çerçevede talep ettiğiniz akademik izne ilişkin olarak neler yaşadığınızı bize biraz anlatabilir misiniz?

Hikaye şöyle: Yeni düzenlemede gerekli kılındığı gibi derslerin 1/3’ünü tamamladım ve eğitim izni talebinde bulundum. O noktadan itibaren de absürdlük tiyatrosu başladı. Hapishane kurulu yeni düzenlemenin bir ortak bakanlık kararı gerektirdiğini ve uygulamaya konulamayacağına karar verdi ve önceki yasa uyarınca talebimi özel temyiz hakimi E. Nikopoulos’a gönderdi. Nikopoulos ise ortada bakanlık kararı olmadığından uygulamanın yerine getirilemeyeceğini ve iptal edilen yasal çerçevenin yerini bir öncekinin alacağını belirten olumsuz bir yanıt yayınladı. Nikopoulos’un olumsuz kanaatine istinaden Kurul, duruşma hakiminin kararı bağlayıcı olduğu için izin talebini reddetti.

Bu oldu bitti ışığında, – açlık grevi süresince seçim kampanyası ile çok biçimli bir dayanışma hareketi yaratmış insanların sırtından sağladıkları vahşi siyasal sömürüye odaklanmış bulunan -SYRIZA tıpkı selefleri gibi Pontius Pilate rolünü oynadı. Ancak siyasetçilerden- başka bir ifadeyle belirli siyasal amaçlar adına kısa bir süre için hümanist kostümü kuşanmış bütünüyle alçaklardan, siyasal üçkağıtçılardan, oportünistler, ikiyüzlüler ve profesyonel bukalemunlardan – bahsettiğimiz için elbette bu durum bir sürpriz teşkil etmemektedir. Kuşkusuz bu gelişimin daha önemli sebepleri de söz konusudur, lâkin bu açıklamayı daha sonraki bir soruya saklayacağım. Kendi durumuma ilişkin sürece dair, teorik olarak, yeni düzenlemenin uygulanması için  bakanlığın bir kararname çıkarması gerekiyor, ne var ki ben bunun gerçekleşmesine pek ihtimal vermiyorum.

Elektronik gözetim bilekliğine ilişkin “gecikmelerin” ardında size yönelik siyasal düşünceler ya da kindar tavırlar olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu sefer ortada gerçekten varolan bir elektronik gözetim bilekliği olduğuna inanmıyorum, çünkü Adalet Bakanlığı’nın iddialarının aksine hapishanelerde olan bizler Yunanistan’da herhangi bir hapishanede bulunan hiçbir tutsağın bu yolla salıverilmediğini biliyoruz. Hergün pek çok tutsak ziyaretime gelip bana bu konuyu soruyorlar ve herbirinin merak ettiği de neden Yargıtay’ın hiçbir başvuruya cevap vermediğidir.  Mahkumlar hapishanelerde birbirleriyle iletişim içerisinde oldukları ve kendilerini ilgilendiren konularda sürekli bilgi alışverişi yaptıkları için bu yolla herhangi bir mahkumun hapishanenin dışına adım atmadığını bütün içtenliğimle söyleyebilirim. Bu tür haberler böylesi iyi bilinen bir vakada kesinlikle bir skandal yaratacağı için görünürde yüzü olmayan bir canavar olan bürokrasi bu soruna bir çözüm önermektedir.

Bürokrasinin gayri şahsi bir şey olmadığını biliyoruz; gayri şahsi olduğu otorite konumlarında olan kişilerin sorumluluklarından muaf olmak için kullandıkları bir bahanedir- yasama komitelerinin, teknik danışmanların, kağıt yığınlarının, karmaşık tefsirler ile sahte umutların ardına gizlenen bir görünmez müttefik. Söylemek istediğim, anlayacağınız ortada şu an mevcut durumda bir elektronik gözetim bilekliği yok ve Adalet Bakanlığı’nın muhtemel bir skandaldan sakınmak için mahkumlarla alay ettiği hiçbir şüpheye yer bırakmayan, herhangi birinin ya da herhangi bir delilin çürütemeyeceği bir gerçektir. Çünkü ortada bu yolla salıverilmiş veya maaşlı izin almış bulunan hiç bir tutsak yok. Pek lüzumlu olmamakla birlikte kişisel bir gözleme sahip olduğum Korydallos Hapishanesi’nden bir örnekten bahsetmek istiyorum. Orada çeşitli teknik üniversitelerde okuyan kimi tutsaklar yeni hukuki çerçeve dahilinde sınav zamanlarında eğitim izni talep etmek istiyorlardı.

Konseyin arkasına sığınarak herkes kişisel sorumluluktan kaçtığı  Adli Konsey’in kararları gerçekten gülünçtü. Okul sekreteryaları ile ilişki kuramazlarsa eylülde okulların açıldığı tarihte yeniden yeniden talep edebilirler.

Bu gerçek Hapishane Yönetimi’nin Adalet Bakanlığı’ndan meselenin üstünü örtmek ve bu hamlelerin gerçek sebeplerinin ortaya çıkmasına imkan vermemek için kesin talimatlar aldığı anlamına geliyor.

Yeni SYRIZA hükümetinin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Meseleleri başlangıcından ele almak adına, Syriza daha hükümet olmasının çok öncesinde bir düşman ittifaktı. Rolleri toplumsal gerilimleri azaltmak, orta derece toplumsal mücadelelere katılarak kendisini bunların kurumsal kolu olarak yansıtarak bir siyasal sermaye devşirmek ve meydan okuma alanını sokaklardan burjuva-demokratik siyasete taşıyarak isyan-karşıtı bir işlev görmekti. Bir kaç sözcükle Syriza, reformizmin önemli siyasal rolünün mümkün olan en iyi çeşidi olarak somutlaştı. Dahası bizzat Aleksis Çipras başbakan olmasının öncesinde, Syriza’nın olmadığı bir Yunanistan’da hükümet karşıtı gösteriler döneminde çok daha fazla sayıda huzursuzluk ve isyanın gerçekleşmiş olacağını açıklamıştı. Tüm bunların gösterdiği, muhalefet içerisinde bir sol siyasal gündemin uygulanmasının, diğer şeylerin yanında, toplumsal barışın temin edilmesi ve zarar görmüş toplumsal sözleşmenin yeni zeminlerde tekrar inşa edilmesi için bilinçli olarak seçilmiş bir siyasal strateji olmasıdır.

Demokrasi sosyal bütünlüğü sürdürmek için cebinde pek çok önemli kart saklar ve cephaneliğinde bulundurduğu bu silahlardan biri de siyasi sahnedeki rollerin seri bir biçimde değiştirilmesi, bir nevi kartların karıştırılması, ile böylelikle kendisine karşı yönelebilecek radikal öneri ve yaklaşımların asimile edilmesidir. Syriza’nın iktidara ulaşmasının ardından, günümüze dönecek olursak retoriğe ilişkin yapısal değişimlerden ve muazzam içsel çelişkilerden bahsedebiliriz. Elbette sahip olduğu tüm çelişkilere rağmen dayattıkları gerçeklik; halen C-tipi hapishanelerin varolmayı sürdürdüğü, Domokos’un dışında özel polis araçlarının bulunduğu, tecrit hücrelerinin yoldaşları hapsettiği ve göçmenlerin çalışma kamplarına gönderilmeden önce sayılarla damgalanmayı sürdürdüğü bir gerçekliktir. Üstelik bunların yanı sıra işgal edilen mahallerin istila edilmesi ile açlık grevindeki yoldaşlara yapılan işkenceler de sürüyor. Ateş Hücreleri İttifakı (CCF) yoldaşları ile dostlarının kindarca rehin tutulmasından -demokrasi devrinin ilk sürgün yeri olan Salamina’daki gibi- ve Filistinlilerin katilleriyle ticaret ortaklıkları imzalamaktan sorumlu olan ve kısa bir süre içerisinde muhalefetteyken karşı çıktığı tüm neoliberal politikaları uygulayacak olan Syriza kısaca, kapitalist çepere ait bir devletin tüm bu jeopolitik, ekonomik ve askeri yükümlülüklerini tamamıyla sürdürüyor. Ancak bir yandan da solcu bir söylemi sürdüren kimi eski püskü bürokratik yetkilileri açıkça destekleyerek solcu seçmenlerinin gözlerini boyuyor ki; Syriza’nın siyasal dönüşümü açısından vakit geldiğinde bu unsurlar da kapı dışarı edilecekler.

Olaylara bizim açımızdan bakmak, bizlerin anarşistler olduğu gerçeği; Syriza gerçekten radikal siyasete sahip bir sol hükümet olsaydı dahi, bu iyi eğitim görmüş ilüzyonistler ve örgütlü zulmün sihirbazları ile bir ateşkes imzalamaya yönelik herhangi bir niyete yer bırakmaksızın bizleri karşısında bulacağı anlamına gelir. Ki kimi anarşist çevrelere bulaşan neo-komünist kangrene karşı olarak bizler, anarşi ile sol arasındaki göbek bağını uzun bir süre önce kestik. Ancak yüzleşmekte olduğumuz gerçekliği analiz etmek için sınıflandırmalarımızda hassas olmak önemlidir.

Bu nedenlerden dolayı, Syriza, potansiyel olarak kendilerine karşı da dönebilecek hareketler ile yıkıcı projelerde kontrol ile nüfuz sağlamak için sol siyasal profili istismar eden görünüşte radikal bir söyleme sahip bir sosyal demokrat hükümettir. Ve bizler tarihsel olarak kapitalizmin sosyalist formlarla temsilinin toplumsal çoğunluğun kusurlu ve sonsuz uykusundan faydalanarak en ağır ekonomik ve baskılayıcı politikaları uygulamış olduğunu unutmamalıyız.

Kendi yapılanmalarımız açısından en çileden çıkarıcı şey ortada anarşist rolü oynayan kimi soytarıların varlığıdır; ki bunlar Syriza üyelerini “sosyal merkezlere” [burada çevirilemez bir kelime oyunu bulunmaktadır: ibare ‘syriza topluluğu için merkezler’ olarak da okunabilir] davet edip onlarla – halihazırda devletin yönetiminde bulunan- Syriza’yı aklayan bir algılayışa katkıda bulunacak derinlemesine ideolojik meseleler tartışmak cüretine sahipler. Altın Şafak faşistlerini eğitmek isteyenlere benzer ve üzücü bir düşünce süreci bu- sanki faşistlerle veya devlet aygıtının yöneticileriyle olan mesele aramızdaki anlaşmazlıkları tartışıp bunları bulduğumuz noktalarda kavga etmemekmiş gibi. Tüm bunlar demokrasiye ve ideallerine inananlar, pembe bulutların üzerinde uyuyarak kapitalizm sonrası toplum düşleri kuranlar için kuşkusuz hoş edebi sohbetler olacaktır- ne var ki anarşistler demokrasi ve misalleriyle bir savaş içerisindedir. Sonuç olarak kendimizi bulduğumuz her yerde, Syriza’yı aklamak için işlev gören hiçkimsenin bir bahanesi söz konusu olamaz.

Ayrıca, devlete sağladıkları yasallık sertifikaları için kimi “başkahramanlara” Stavros Theodorakis’in övgüler düzmesinin üzerinden pek de fazla vakit geçmedi. Bu bayat muhalefet hükümeti ve kripto-Syriza, görünürde ideolojik anarşistler ile birlikte diğer asalaklar için çözüm gayet basit: bir sağlam ağaç ile direngen bir ip. Bizler anarşist başkaldırıya dost kalan herkesin, Exarchia’daki polisleri molotoflamakta hala ısrar edenlerin ve eylemlere hakimiyetin temsillerini yıkmak için gidenlerin, zihinlerini yıkıcı planlarla ve ellerini de yeni düzenin yapılarını yakmak için ateşle silahlandıranların safında duruyoruz. Eylemlerini enformel anarşist doğrudan eylem ağları üzerinden örgütleyen herkesin yanında, yıkıcı amaçların yatay ve enformel olarak bizleri çevreleyen bu hasta dünyayı yöneten ve savunan kişiler ile altyapıyı hedef alan bir saldırıya yönelen bir kaos cephesinde birleştiği her yerdeyiz.

Sizce anarşist hareket içerisinde şiddetin konumu nedir?

Yakın zamanlarda bizler bir kez daha modern tarihsel süreç içerisinde bir kırılma noktasına vardık. Bir batık Yunan kapitalizmi, tutarsız bir şekilde bile olsa, Avrupa Birliği ile küresel ekonominin ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Ve gerçeklik de onun siyasal yöneticileri her kim olursa olsun bunu yapmayı sürdüreceği yönündedir. Savaş bölgelerinden göçe ilk evsahipliği yapan ülkeler olarak İtalya ile Yunanistan sınırı göçmenlerin bedenlerinden gelen kanla sırılsıklamdır. Güçlü devletlerin ulusötesi rekabeti artıyor ve jeopolitik çıkarlar çatışması dünyanın pek çok yerinde huzursuzluk patlamalarını tetikliyor. Anarşistler için istikrarsızlık ve sömürücü toplumsal ilişkilerin dağınık yelpazaesi boyunca kötüleşen sistematik şiddet, normalliğin kuvvetli bir denge bozucu faktörü olmak için etkin biçimde örgütlenmeye bir meydan okumadır. Otoritenin dünyasına, iktisatçıların dünyasına, siyasetçilerin dünyasına, polisler, faşistler, gazeteciler, bilimadamları, memurlar, yöneticiler ile çokuluslu şirket yöneticilerinin, yargı memurlarının, hapishane yöneticilerinin, bankacılar ile şürekasının, düzen sağlayıcılar ile onların gücünün gönüllü kullarının dünyalarına karşı bir anarşist karşı saldırı. Kapitalist aygıtın toplumsal çoğunluk için atan kalbinde bulunan tüm bu alçaklarla yüzyüze olarak, (duyarsızlıktan, korkudan veya yardakçılıktan ötürü canavarın kalbinin korunmasına katkıda bulunan her kim varsa) anarşistler bunlara mutlak şiddetin, ateşin, patlamaların, silahlı ayaklanmaların dilinden cevap verir. Bizler stratejilerimizi formüle etmeye bu kilit varsayım üzerinden başlarız: ayaklanmaya ve mutlak özgürleşme için savaşmaya katılmaya karar vererek. Günümüzde bir başkaldırı her şeyini ortaya koyarak olur; bu, devrimci topluluk dahilinde gerçek insan ilişkilerini serbest bırakacaktır ve devrimciler saldırılarını nasıl örgütlemesi gerektiğini böylelikle öğreneceklerdir. Bizlerin talimatlar almaksızın ve vermeksizin, boyun eğmeksizin, sürünmeksizin varolmamıza ve yaşamamıza imkan verecek, ancak özgün bir yolla kapitalist metropollerde yeni bir gerçekliği yaratacak, özgürlüğün keşfedilmemiş rotalarına yolculuğun bir vasıtası olacaktır- yönetenler ve yardakçıları için bir korku mevsimi, çağımızın şafağı, bugün ve ilelebet, sona dek. Böylelikle anarşist hareket dahilinde örgütlü devrimci şiddetin konumu Alfa ve Omega’dır, otorite ile patronları dehşete düşürecek bir iç düşmanın niceliksel evriminin devindirici gücüdür.

Bir siyasal tutsak için hapishanenin bir mücadele alanı olduğunu düşünüyor musunuz?

İlk olarak bizlerin böylesi mekanların üzerine yerleşen mitleri çürütmemiz gerekiyor, örneğin bir tutsağın toplumsal kimliğinin bir potansiyel devrimci özne olmasını isteyen kolektif fantazi. Toplumsal kimlikler- göçmenler, tutsaklar, işçiler, öğrenciler- kapitalist dünyaya bağımlı ve bu dünyanın işleyişinden kendi özgül yollarıyla beslenen toplumsal altkategorilerdir. Benim görüşüme göre özgür insanlık, toplumsal kimlikler ile onların niteliklerinin çöktüğü yerde ortaya çıkar, özgürlük için bireysel kararın yeni bir özgün ve ayrık kimlik yarattığı noktada: bu özgürlük düşmanlarına her türlü yola başvurarak saldıran bir isyancı ve putkırandır. Anarşist başkaldırı macerasına aktif olarak katılmaya karar veren bir anarşist için hapishane ya da ölüm bile lafsalatası ile fantezilerin yaygın olduğu bir sanal dünyada değil, gerçek dünyada yapılan seçimlerin muhtemel sonuçlarıdır. Hapishane, baskının vurduğu kimseler için geçici bir ara istasyondur. Kendi iç cevherimizin pratikte sınandığı yer, büyük kararlar ile önemli içsel değişimlerin nihai noktasıdır. Hapishane vahşet ile boyun eğdirmenin içerisinde hüküm sürdüğü çürümüş bir toplumsal yapı, gücün karanlık dünyası, bir ihanet alanı ve özgürlüğün yalnızca alıkonulmadığı ama pek çokları için uyuşturucu, disiplin ve pis koridorlar arasında aşağılanıp sürüklendiği, insanların kendilerinden nefret etmeyi öğrendikleri bir yerdir. Hapishanelere ve barındırdığı kimselere dahil binlerce analiz mevcutken ben yalnızca bir Doğrudan Eylem şehir gerillası olan Jean Marc Rouillan’ın sözlerini yinelemek istiyorum: hapishanelerle ilgili konuşulacak en uygun kişi yaşamının küçük bir bölümünü içeride geçirmiş olanlardır.

Açıkçası bir insan yaşamını burada ne kadar uzun süre geçirirse, bu gerçekten aşağılık mekanın işlevi ile yapısını betimlemek o denli zorlaşıyor. Bundan dolayı özetle hapishaneler yavaş bir ölüm, toplumsal yamyamlık, zayıflığa teslimiyet, psikosomatik yıkım, ağır uyuşturucular, psikiyatrik haplar, devlet atık sahasına yığılmış atık insanlar, disiplin, hiyerarşi, dini fanatizm, kabile kümelenmeleri, kuşatıcı ırkçılık, her telden milliyetçilik, hapsedilmiş bir bekleyiş, özyıkım, kilitlenme, öldürücü duygular, örtülü zorlama, genel devinimsizlik ve saplanıp kalma anlamına geliyor. Tutsakların toplumunun, kapitalist toplumun piç çocuğu olduğunu söylemek hiç de abartı sayılmaz- içerisinde modern dünyanın tüm pisliğinin yattığı iyi yağlanmış buzdan bir ölüm makinesi olduğunu. Ancak bu demek değildir ki hapishanelerde, birlikte arkadaşça ilişkileri hatta yoldaşlığı geliştirebildiğimiz, yaşamlarını yüceliğe yöneltmiş insanlar bulunmuyor. Sorunun aslına dönersek bu sınavda ortak davanın nihai amacına ve fedakarlığına yönelik sorumluluk asla unutulmaması gereken şeydir. Asla pişman olmayarak, asla başını eğmeden, sonuna kadar bu gönüllü kölelik ve itaat medeniyeti açısından tehlikeli kalarak. Bundan dolayı hapishanelerdeki anarşist mücadeleler düşman açısından bir tehdit olmak için fırsatlar yaratmanın yolunu hep bulabilirler. Metinler ve analizlerle, küçük ve büyük reddiyelerle, açlık grevleriyle, anarşist başkaldırı ağı, kalplerimizde yıkım ateşi yanmayı sürdürdükçe örülmeye devam edecektir. Bu anlayışla birlikte hapishane yıkıcı bir mücadele ile anarşinin tesis edilmesi için bir mücadele alanı haline gelecektir.

Alıntı: İsyandan
Kaynak: The Barbarian Times

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Ravachol'ün Yasaklanan Konuşması

Ravachol, bir dizi bombalama eyleminin ardından cinayetle yargılandığı davada aşağıdaki konuşmayı yapmaya çalışmıştı. Amacı suçlu olduğunu inkâr etmek değil, aksine suçunu kabul edip nedenlerini açıklamaktı. Duruşmanın tanıklarına göre birkaç kelime söylemesinin ardından yarıda kesilen konuşmasını asla yapamadı. Kısa bir süre sonra da giyotinle idam edildi.


Konuşuyorsam, nedeni suçlandığım eylemlerden ötürü kendimi savunmak değil, çünkü bunun tek sorumlusu, örgütlenme şekli nedeniyle insanları sürekli birbirleriyle kavga etmeye zorlayan toplumdur. Aslında, tüm sınıflarda ve tüm konumlarda, eğer sonucunda bir avantaj elde edeceklerse, hemcinslerinin ölümünü demeyeceğim çünkü kulağa hoş gelmiyor, ancak hemcinslerinin bahtsızlığını arzulayan insanlar olduğunu görmüyor muyuz? Örneğin, bir patron rakibinin ölmesini arzulamaz mı? Keza, iş adamlarının tamamı da yaptıkları mesleğin sağladığı avantajlardan yalnızca kendilerinin faydalanmasını umut etmezler mi? İşsiz kalan bir işçi, iş bulabilmek için halen çalışan birisinin şu ya da bu sebeple işinden atılmasını umut etmez mi? O hâlde, böyle olayların yaşandığı bir toplumda, yaşamak için her türlü aracı kullanmak zorunda kalan insanların sürdürdüğü varoluş mücadelesinin mantıksal sonucundan başka bir şey olmayan, benim suçlandığım türden eylemler karşısında şaşırmak için ortada hiçbir sebep yoktur. Her koyun kendi bacağından asıldığına göre, muhtaç durumda olan birisi şöyle düşünmez mi: "Pekâlâ, mademki işler böyle yürüyor, o zaman karnım aç olduğunda elimdeki araçları kullanırken tereddüt etmem için bir neden yok, geride kurbanlar bırakma pahasına olsa bile! Patronlar, işçileri kovduklarında onların açlıktan ölüp ölmeyecekleri hakkında endişe duyuyorlar mı? Bolluk içinde yaşayanlar, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanlar olup olmadığı konusunda endişeleniyorlar mı?"

Bu insanlara yardım eden bazıları var, ancak muhtaç durumdakilerin hepsini kurtaracak güçten yoksunlar; onlar, ya çeşitli türden yoksunluklardan yüzünden genç yaşta ölüp gidecekler ya da sefil varoluşlarını sona erdirmek, sayısız utanç ve aşağılamayla birlikte açlığın zorluklarına daha fazla katlanmak zorunda kalmamak için yaşamlarına kendi elleriyle son verecekler; bu acıların bir gün sona ereceğine dair en ufak bir umutları bile yok. Çocuklarının acı çektiğini daha fazla görmemek için onları öldüren Hayem ve Souhain aileleri; çocuğunu besleyememe korkusuyla, aşklarının meyvesini gönüllerinde yok etmekte tereddüt etmeyen kadınlar bu nedenle vardır.

Bu yaşananların hepsi, her türlü ürünün bolca bulunduğu koşullarda cereyan etmektedir. Eğer bu olaylar ürünlerin kıt olduğu, kıtlığın kol gezdiği bir ülkede gerçekleşseydi, olup biteni anlayabilirdik. Ancak, bolluğun hüküm sürdüğü, kasap dükkânlarının etle, fırınların ekmekle dolup taştığı, elbise ve ayakkabıların mağazalarda üst üste yığıldığı, boş duran konutların olduğu Fransa'da! Durumun tam aksi olduğu açıkça görülebilirken, toplumda her şeyin çok iyi olduğu nasıl kabul edilebilir ki? Kurbanlar için üzülecek, ancak size bu konuda ellerinden hiçbir şey gelmediğini söyleyecek pek çok kişi var. Herkes elindekiyle idare etsin! Çalışırken temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan birisi işini kaybettiğinde ne yapabilir? Tek yapabileceği, açlıktan ölmeyi beklemek olabilir. Cenazesinin arkasından dindarca birkaç cümle söylerler. Benim başkalarına bırakmak istediğim şey buydu. Kaçak mallarla uğraşan bir kaçakçı, bir kalpazan, bir katil ve bir suikastçı olmayı tercih ettim. Dilencilik yapabilirdim, ancak bu küçük düşürücü ve korkakça bir şey; hatta yoksulluğu suç ilan eden yasalarınızın da yasakladığı bir şey. Eğer muhtaç durumdaki herkes beklemek yerine, nerede ve hangi araçlarla olursa olsun el koyarsa, hâlinden memnun olan kimseler, endişenin daimi ve yaşamın her an tehdit altında olduğu mevcut toplumsal durumu kutsamayı istemenin tehlikeli bir şey olduğunu belki biraz daha çabuk anlayacaklardır.

Ahlaki ve fiziki bir barış için suçu ve suçluları doğuran nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyen anarşistlerin haklı olduklarını çok geçmeden anlayacağız. Çektiklerinin bir gün son bulacağına dair küçücük bir umudu bile olmaksızın geçmişte katlanmak zorunda kaldığı ve gelecekte de katlanmak zorunda kalacağı yoksunlukların neden olduğu yavaş bir ölümü kabullenmek yerine, içinde ufacık bir enerji kırıntısı bile varsa, ölüm riskini (ki bu yalnızca çektiği acıları sona erdirecektir) bile göz alarak, iyi bir şekilde yaşamasını sağlayacak şeyleri şiddet kullanarak almayı tercih edenleri sindirmekle bu amaçlara ulaşamayız.

Dolayısıyla, üstünkörü bir şekilde olsa bile nedenlere asla dokunmaksızın sonuçların üzerine giden yasaları daha da katılaştırmaktan başka bir şey yapmayan toplumun bu barbarca hâlinin mantıksal sonucundan ibaret olan eylemleri; suçlanmakta olduğum eylemleri gerçekleştirmemin sebebi işte budur. Hemcinslerinizi öldürecek kadar acımasız olmanız gerektiği söylenir, ancak bunu söyleyenler, bunu yalnızca aynı kaderi paylaşmaktan kaçınmak için yapmaya karar verdiğinizi görmezler.

Aynı şekilde siz beyler, siz jüri üyeleri de hiç şüphesiz ki beni ölüm cezasına çarptıracaksınız, çünkü bunun gerekli olduğunu düşünüyorsunuz ve benim ölümüm, insan kanının aktığını görmekten nefret eden sizler için bir tatmin kaynağı olacak; kendi varoluşunuzu güvenceye almak için insan kanının akmasının faydalı olduğunu düşündüğünüzde, benim gibi siz de tereddüt etmezsiniz, ancak bir farkla: Siz bunu hiçbir risk almadan yaparken, bense bunu hayatımı riske atarak yaptım.

Evet beyler, yargılanacak suçlular yoktur, yok edilmesi gereken suç nedenleri vardır! Yasa koyucular, Ceza Kanununun maddelerini yaparlarken nedenlere değil yalnızca sonuçlara saldırdıklarını, böylece de suçu hiçbir şekilde yok etmediklerini unuttular. Aslında, nedenler var olmaya devam ettikçe sonuçlar zorunlu olarak nedenlerden ortaya çıkacaktır. Suçlular daima olacak, çünkü bugün burada birini ortadan kaldırsanız bile, yarın on tane daha doğacak.

Peki, ne yapmak gerek? İnsanların tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayarak yoksulluğu, yani suçun tohumunu yok edin! Ne kadar gerçekleştirilmesi güç bir şey! Tek yapılması gereken toplumun yeni bir temel üzerinde; her şeyin ortaklaşa olacağı, yeteneği ve kuvveti ölçüsünde üreten herkesin ihtiyaçlarına göre tüketebileceği bir temel üzerinde kurulması. Ancak ve ancak bu olduğu zaman, kurbanı ve kölesi hâline gelecekleri bir maden için dilenen Notre-Dama-de-Grace münzevisi ve benzeri insanları artık görmeyeceğiz! Sevginin samimi olup olmadığını görmekten sıklıkla bizi alıkoyan, aynı maden karşılığında sıradan bir ticari malmışçasına cazibelerini sunan kadınları artık görmeyeceğiz. Yine, bu madeni elde etmek için öldüren Pranzini, Prado, Berland, Anastay gibi insanları artık görmeyeceğiz. Bu, tüm suçların nedeninin daima aynı olduğunu gösteriyor ve bunu görmemek için aptal olmanız gerek.

Evet, tekrar ediyorum: Suçluları yaratan toplumdur; sizler, jüri üyeleri, zekâ ve gücünüzü vurmak yerine toplumu dönüştürmek için kullanmalısınız. Tüm suçları bir hamlede bastırabilirsiniz. Suçun nedenlerine saldırma çabanız, suçun sonuçlarını cezalandırırken kendi kendini küçük düşüren adaletinizden çok daha büyük ve verimli olacaktır.

Ben sadece eğitimsiz bir işçiyim; ancak, yaşamım yoksulluk içinde geçtiği için baskıcı yasalarınızın haksızlığını zengin bir burjuvadan daha fazla hissediyorum. Yaşama ihtiyacıyla dünyaya gelen, karnını doyurmak için yoksun olduğu şeyleri bulmak zorunda olan bir insanı öldürme ya da hapsetme hakkını nereden alıyorsunuz?

Yaşamak ve ailemi geçindirmek için çalıştım; kendim ve ailem çok fazla acı çekmediği sürece dürüst dediğiniz şekilde yaşamaya devam ettim. Sonra çalışma olanakları giderek azaldı ve işsizlikle birlikte açlık geldi. İşte ancak bundan sonradır ki doğanın büyük yasası, hiçbir cevabı kabul etmeyen o buyurgan ses, yani korunma içgüdüsü, suçlandığım ve faili olduğunu kabul ettiğim suçlarla kötü davranışların bazılarını yapmaya beni mecbur bıraktı.

Yargılayın beni, jürideki beyler, ancak beni anladıysanız, beni yargılarken yoksulluğun doğal gururla birleşerek suçlular hâline getirdiği, oysa refahın ya da rahatın dürüst insanlar hâline getireceği tüm bedbahtları da yargılamış oluyorsunuz.

Zeki bir toplum onları da tıpkı diğerleri gibi birer insan olarak anlayacaktır.


Kaynak: Forbidden Speech